ETI YENMEYEN HAYVANLAR
ETİ YENMEYEN HAYVANLARAllah insana, istifadesine sunduğu hayvanlardan nasıl yararlanması gerektiğini de öğretmiş ve "temiz" olanların etinden yemeyi helâl kılmıştır. Ancak, yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerîm'de bildirdiğinin dışında Hz. Peygamber (s.a.s.) de Allah'ın kendisine bildirmesiyle bazı hayvanların etinin yenilemeyeceğini müslümanlara öğretmiştir. Kur'an-ı Kerîm'de;
"Size ölü hayvan etini, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvanı haram kılmıştır. Fakat istek göstermeksizin ve ölçüyü aşmaksızın başı darda kalan kimse üzerine günâh yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve rahmet sahibidir" (el-Bakara 2/173); ve "...Bir de henüz canı üzerinde iken yetişip kesmediğiniz boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından boynuzlanmış veya canavar tarafından parçalanmış hayvanlar..." (el-Maide 5/3) ayet-i kerimelerinde geçen yenilmesi haram olan şeyler dört oruçtan ibarettir:
1) Ölü hayvan eti: Boğazlanmadan veya av aletlerinden biriyle avlanmadan ölen hayvanların eti yenilmez. Kendiliğinden ölmenin değişik yolları vardır. Hastalık nedeniyle, zehirlenme, boğulma, bir darbeyle vurulma, yuvarlanma, bir başka hayvan tarafından boynuzlanma veya parçalanma sonucu ölen hayvan kendiliğinden ölmüş olur. Bu tür ölen hayvanın eti haram olduğu halde, domuz hariç bunların deri, kemik, kıl ve boynuz gibi kısımlarını kullanmak helâldir.
2) Kan: Kan içmek veya kurumuş olanını yemek haramdır. Ancak insanın dişi kanayıp da tükrükle birlikte isteği ve kontrolü dışında yutulan kan nedeniyle bir sorumluluk yoktur. Diğer bir istisna da kesilmiş hayvanların etlerinin arasında kalan az miktarda kan kalıntısını etle birlikte yemenin de günâhı yoktur. Başka birinden alınarak hastayadamardan kan vermek de helâldir.
3) Domuz eti: Domuzun eti yenmediği gibi derisi, kılı gibi hiçbir uzvundan yararlanılamaz, haramdır.
4) Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar: Bir hayvanın etinin helâl olabilmesi için boğazlamadan veya ava ateş etmeden önce "Bismillâh" Eti yenmeyen hayvanlardan kertenkele veya "Bismillâhi Allahu Ekber" diye besmele çekmek gerekir. Ama Allah, unutarak işlenen hatalardan insanı sorumlu tutmayacağı için bile bile olmadığı sürece besmele çekme unutulursa da o hayvanın eti yenilir. Ama kasden çekilmezse o kesilen hayvanın etini yemek haramdır.
Bir kişinin, bir büyüğün şerefine veya bir şahsı karşılamak üzere onun önünde kesilen bir hayvanın (kurbanın) besmele çekilse dahi eti haramdır. Her ne kadar "Bismillah" denmişse de Allah'ın adının yanında kendi adına veya şerefine kesilen kişiye adandığı içip kesime şirk karıştırılmış olur. Çünkü hayvan Allah'a değil o kişiye kurban edilmiştir ve kesinlikle haramdır. "Üzerlerine Allah'ın adı anılmadan yemeyin; Çünkü bu muhakkak ki fısktır." (el- En'âm, 6/121).
"O peygamber onlara temiz şeylerin helâl, pis şeyleri de haram kılar " (el-A'râf, 157) ayet-i kerimesi ile Hz. Peygamber (s.a.s.)e verilen "pis şeyleri haram kılma" yetkisi sonucunda Kur'an-ı Kerîm'de adı geçmeyen diğer eti yenmeyen hayvanlar da şunlardır:
I) Ayet-i kerimede geçen "pis" diye vasıflanabilecek tüm hayvanlar: Burada geçen "pis" olma vasfı insana zararlı olabilecek şekilde zararlı şeylerle beslenen hayvanları içine aldığı gibi tabiatı gereği insanın iğrendiği tüm hayvanları da içine alır. Yılan, fare, kaplumbağa, köstebek, kirpi, solucan, sinek gibi hayvanlar bu gruba girer.
2) Akar kanı olmayan böcekler: Çekirge dışındaki böcekler.
3) Pençesiyle avlanan yırtıcı hayvan ve yırtıcı kuşlar: Hanefi fıkhına göre "siba (yırtıcı hayvanlar)" kelimesi et yiyenler şeklinde kabul edilmiş ve bu gruba giren tüm etçil hayvanların eti haram sayılmıştır. (Aslan, kaplan, kurt, ayı, tilki, çakal, fil, gelincik, sansar, samur, sincap, maymun, köpek, kedi vs.) Şâfiîler ise bu kelimeye "insanlara saldıran ve parçalayan" anlamını verdikleri için tilki ve çakalı bunların dışında değerlendirip etlerini helâl kabul etmişlerdir. Mâlikilerde ise bu tür hayvanları yemek haram değil mekruhtur.
Yırtıcı kuşlar hakkındaki görüşler ise, Hanefilerde akbaba ve karga mekruh görülürken Malikilere göre tüm yırtıcı kuşlar mekruhtur. Şâfiîler ise zararı dokunup dokunmadığını ölçü almakta ve zararı dokunanlârı mekruh görmektedir.
Mezheplerin tümünün dayandığı delil ise şu hadis-i şeriftir: "Azı dişi olan her yırtıcı hayvanın ve pençesiyle avlanan her kuşun yenilmesi yasaktır" (Müslim, Sayd, 15, 16; Ebû Dâvûd, Atime, 32; Tirmizî, Sayd, 9, 11).
4) At, eşek ve katır: Eşek ve katırın yenmesi bütün mezheplerde haramdır. "Câbir'den şöyle rivâyet edilir. Resulullah (s.a.s.) Hayber gazasında eşek etini yasak etti, at etini yemeye izin verdi" (Buhâri, Zebâih, 28; Mey'azi, 38, Nikâh, 21; Müslim, Nikâh, 30; Sayd, 23, 25, 30, 37). Bu hadis-i şerifi ölçü alan Ebû Yûsuf, İmam Muhammed gibi Hanefi imamlar, Ahmed b. Hanbel ve İslâm hukukçularının çoğunluğu at etini helâl kabul ederken; Ebû Hanife, tenzihen mekruh (helâle yakın mekruh) hükmünü vermiştir. İmam Mâlik ise, "Resulullah at, katır, eşek etini ve azı dişi bulunan her yırtıcı hayvanın etini yasak etti " (Ahmed b. Hanbel, I, 147, 244, 289; IV, 89, 90, 127) hadisini esas alarak at etini haram saymıştır. Ebû Hanife ve İmam Mâlik'in at etini helâl kabul etmeyişlerine diğer bir delilleri de; "O, atı, katırı ve eşeği bunlara binmeniz ve süs için yarattı" (en-Nahl, 16/8) ayet-i kerimesidir.
5) Suda yaşayan hayvanlar: Hanefilere göre suda yaşayan hayvanlardan yalnız balık helâl, kurbağa dahil diğer tüm deniz hayvanları haramdır. Mâlikîlere göre deniz domuzu hariç bütün deniz hayvanları helâldir. Şafiîlerde ise deniz hayvanlarından tabiatları gereği pis olanlar haram, temiz olanlar helâldir.
Hastalık sonucu kendiliğinden veya zehirlenerek ölen deniz hayvanları yenmez. Bunun dışında taş, sopa gibi maddelerle darbe sonucu veya havasız, susuz kalma neticesinde ölenler helâldir. Kara hayvanlarında kanın akıtılması şart olduğu halde su hayvanlarında boğazlama veya yaralama gibi bir kan akıtma şartı aranmaz.
"...Fakat, istek göstermeksizin ve ölçüyü aşmaksızın başı darda kalan kimse üzerine (yenmesi haram olan şeyleri yemesinde) günâh yoktur. şüphesiz Allah, çok bağışlayıcı ve rahmet sahibidir " (el-Bakara, 2/173).