MUHARREMAT EVLENMESI YASAKLANMIS KADINLAR
MUHARREMÂT(EVLENMESİ YASAKLANMIŞ KADINLAR)Haram kılınmış, evlenmesi yasaklanmış kadınlar. Kendileriyle evlenilmesi devamlı veya geçici olarak haram kılınmış kadınları ifade eden bir İslam hukuku terimi.
Devamlı olarak evlenme yasağı doğuran sebepler; kan hısımlığı, evlilikten doğan hısımlık ve süt hısımlığı olmak üzere üçe ayrılır. Bunlara "mutlak evlenme engeli" denir.
Kendileriyle evlenilmesi ebedî olarak yasak olan hısımların, büyük bir bölümü Kur'an-ı Kerim'in şu ayetinde zikredilmiştir: "Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, babalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşin kızları, kız kardeşin kızları, sizi emziren süt analarınız, süt kardeşleriniz, karılarınızın anaları, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup himayenizde bulunan üvey kızlarınızla evlenmeniz size haram kılındı" (en-Nisâ, 4/23).
Yukarıdaki âyetten üç çeşit mutlak evlenme engeli ortaya çıkmaktadır: Kan hısımlığı, sıhrî hısımlık ve süt hısımlığı.
1) Kan hısımlığı: Âyette, kendileriyle evlenilmesi yasaklanan kan hısımı kadınlar dört grupta toplanmaktadır. a) Usûl: Bir erkeğin annesi ve yukarıya doğru bütün nineleri bu erkeğe ebedi olarak haram olur. b) Fürû: Bir erkeğe; kızı, oğul kızı, kızının kızı veya aşağıya doğru uzanan bütün fürun haram olur. c) Ana-babanın fürûu ve bunların aşağıya doğru devam eden fürûu. Kız kardeşi, kız kardeşinin kızı, erkek kardeşinin kızı, kız kardeşinin oğlunun kızı... gibi. Burada erkek veya kız kardeşlerin ana-baba bir, yalnız baba bir veya yalnız ana bir olması hükmü etkilemez. d) Dede ve ninelerin yalnız birinci derece fürûu. Halalar ve teyzeler bu yasağa girer. Çünkü onlar dede ve ninenin ilk fürûudur. Büyük hala ve büyük teyzeler de bu yasağın kapsamına girer. Çünkü bunların hepsi ana-baba dışındaki usulün ilk fürûudur.
Yukarıdaki âyette erkek esas alınarak, evlenme yasağının sınırları çizilmiştir. Aynı hükümlerin kadın için de geçerli olduğunda şüphe yoktur. Meselâ; kadın, baba ve dede gibi hiç bir usulü ile evlenemeyeceği gibi; oğlu, oğlun oğlu, kızının oğlu gibi, erkek kardeşleri veya kız kardeşinin oğlu, dayı veya amcaları ile mutlak olarak evlenemez.
2) Sıhrî hısımlık: Sıhriyet, eşlerden birini diğerine bağlayan hukukî bir bağdır. Sonradan evlilik, boşanma veya ölüm gibi bir sebeple evlilik sona erse bile, sıhrî hısımlık ortadan kalkmadığı için mutlak bir evlenme engeli teşkil eder.
Sıhrî hısımlar dört grupta toplanabilir. Üvey kızlar: Bir erkek, bir. kadınla evlenir ve bu kadının başka kocadan olma kızları yahut oğlunun veya kızın kızları bulunursa, üvey baba bunlarla evlenemez. Bu engelin doğması için zifafın veya hürmet-i müsâhareyî gerektiren bir hafin meydana gelmesi gerekir (bk. en-Nisâ, 4/23).
Kayınvalideler: Bir kimseye hanımının annesi veya hanımı tarafından nineleri ile evlenmek haramdır. Burada zifaf şart olmayıp, mücerred nikâh akdi ile evlenme engeli doğar.
Baba ve dedenin karıları: Bunda da zifaf şartı aranmaz. Bir kimse üvey annesi veya üvey nineleri ile evlenemez. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin: Ancak daha önce geçen geçmiştir. Şüphe yok ki, o bir hayasızlıktı. Allah'ın hışmına en büyük bir sebebti. O, ne kötü bir yoldu" (en-Nisa, 4/22).
Fürûun hanımları: Bir kimse oğlunun hanımı veya torunlarının hanımı ile evlenemez. Sonradan boşanma veya ölümle evlilik ortadan kalksa bile evlenme engeli devam eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Kendi sulbünüzden gelmiş oğullarınızın karısı... (size haram kılındı)" (en-Nisâ, 4/23).
Buna göre, himâye veya evlâtlık amacıyla alınıp büyütülen çocuklarla himâye eden veya evlat edinen arasında bir evlenme engeli doğmaz. Böyle bir erkek çocuğunun hanımı ile evlât edinen arasında da sıhrî hısımlık söz konusu olmaz. Hz. Peygamber'in, Zeynep binti Cahş ile evliliği buna delâlet eder. Zeynep (r.anhâ) önce Rasûlüllah (s.a.s)'ın evlatlığı olan Zeyd b. Hârise ile evlenmiş, imtizaç edemedikleri için geçimsizlik nedeniyle boşanmışlardı. Bundan sonra inen şu âyet-i kerime ile evlâtlık müessesesi kaldırıldı ve Zeynep'le evlenmeye izin verildi: "Şimdi, mademki Zeyd o kadından ilişiğini kesti, biz onu sana nikâhladık. Böylece, evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevcelerini almakta mü'minler üzerine bir günah, bir zorluk olmasın" (el-Ahzâb, 33/37).
Ebû Hanîfe, Ahmed b. Hanbel ve İmam Mâlik'ten bir rivayete göre, zinada, evlilikteki gibi sürekli evlenme engeli doğurur. Bu yüzden bir kadınla zina eden kimse, artık bu kadının usûl ve fürûu ile ebedî olarak evlenemez. İmam Şafii ve İmam Mâlik'ten başka bir rivayete göre ise, zinâ bir evlenme engeli doğurmaz. Çünkü nikâh akid anlamında olup, bu konudaki nasslar akitle ilgisi bulunmayan gayri meşrû ilişkileri kapsamına almaz. Diğer yandan haramın, helâlı haram hâline dönüştüremeyeceği hadisle sabittir. Bununla birlikte, Şâfiîlere göre, böyle bir kadınla evlenmek mekruhtur (es-Serahsî, el-Mebsût, Mısır 1324-1331/1906-1912, IV, 204 vd.; el-İhtiyâr li Ta'lîli'l-Muhtâr, III, 88; el Cassâs, Ahkamü'l-Kur'ân, (tahkik: Muhammed es-Sâdık) Kahire, t.y., II, 137; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukî, İslâmiyye ve İstilâhâtı Fıkhıyye Kâmusu, İstanbul 1967, II, 97; M. Muhyiddin Abdülhamîd, el-Ahvâlü'ş-Şahsiyye, s. 49).
Evlilik dışı cinsel ilişkinin evlenme engeli doğurması, yüksek ahlâkî düşüncelerle kabul edilmiştir. Aile fertleri arasına fitne sokacak ve onları bunalıma itecek davranışlar yasaklanmıştır. Diğer yandan yakın hısımlarla evlenmenin tıbbî ve fizyolojik zararları düşünülürse, aynı tehlikenin zina mahsulü çocuklar hakkında söz konusu olduğunda şüphe yoktur.
3) Süt hısımlığı: İslâm hukuku kan veya sıhriyet yoluyla doğan hısımlıktan başka, bir kadının başkasına ait bir çocuğa süt emzirmesiyle doğacak bir hısımlık daha kabul etmiştir. Burada süt emziren kadın süt ana, çocuk da süt evlat olur. Bir kadının öz çocukları ile, süt emzirdiği yabancı çocuk arasında "süt kardeşliği" doğar. İşte sütle kurulan bu hısımlık ilişkisi süt emen çocuğu, evlenme engelleri bakımından süt emziren kadının öz çocukları gibi yapar. Süt hısımlığı bazı istisnalar dışında kan hısımlığı ile aynı sonuçları doğurur.
Süt hısımlığının kaynağı İslâm'dan öncesine uzanır. Eski Araplar çocuklarını genellikle iki yaşına kadar süt anneye bırakırlardı.
Allah Teâla şöyle buyurur: "Sizi emziren süt analarınız ve süt kardeşleriniz (size haram kılındı)" (en-Nisâ, 4/23). Âyette, diğer süt hısımlarına temas edilmemiş, Hz. Peygamber'in şu hadisi bu konudaki genel prensibi getirmiştir: "Nesep bakımından haram olanlar, süt cihetiyle de haramdırlar" (Buhârî, Şehâdât, 7; Müslim, Radâ, 1). Süt hısımlığı doğması için, emmenin Ebû Hanîfe'ye göre, ilk otuz ay, Ebû Hanîfe dışındaki Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve diğer ûç mezhep imamına göre ise ilk iki yaş içinde olması gerekir (bk. el Bakara, 2/233; el-Ahkâf, 46/15; Buhârî, Nikâh, 21).
Süt emziren kadının kocası süt baba, diğer hısımlar, nesep hısımlığında olduğu gibi süt dede, süt nine, süt amca, süt dayı, süt hala vb. adlarını alırlar. Bu duruma göre, süt hısımlığından doğan evlenme yasaklarını dört grupta toplayabiliriz:
Usûl: Bir kimse süt anası ve süt nineleri ile evlenemez.
Fürû: Bir süt baba, süt kızı ve aşağıya doğru süt torunları ile evlenemez. Aynî hüküm süt anne için de geçerlidir. Süt anne süt oğlu ve onun torunları ile evlenemez.
Kardeşler: Süt emen çocuk, ana baba, bir baba bir veya ana bir süt kardeşleri ve bunların fürûu ile evlenemez.
Usûlün ilk fürûu: Süt emen süt cihetinden hala, teyze, amca ve dayı ile evlenemez.
Süt hısımları her nasılsa evlenmişlerse Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre nikâh akitleri batıldır. Ancak Ebû Hanîfe böyle bir nikâhı fasit sayar (bk. "Nikâh" maddesi), süt hısımları birbirine yabancı olmazlar. Bir fitne tehlikesi olmadıkça, birbirine bakabılirler. Süt emmekle şer'î bir hısımlık meydana gelirse de, bununla nafaka, miras, şahitliğin reddi, nikâh ve mal velâyeti gibi diğer nesep hükümleri sabit olmaz. Çünkü nesep, süt vermekten daha kuvvetlidir. Bu yüzden bir süt ana, süt evlâdından nafaka isteyemez, ona mirasçı olamaz ve bu çocuk üzerinde velâyet iddiasında bulunamaz (bk. İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Bulak-Mısır 1315-1317, II, 2 vd.; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, II, 31; Sahîh-i Müslim (Terc. ve Şerh, A. Davudoğlu), VII, 368-370; Hamdi Döndüren, a.g.e., s. 216 vd.).