GAYRI MUSLIM
GAYR-İ MÜSLİM (MÜSLÜMAN OLMAYAN)Müslüman olmayan, İslâm'ın dışında başka bir dine mensup kişi.
İnsanlar inanç bakımından iki gruba ayrılır: Hz. Muhammed'in peygamberlerin sonuncusu (el-Ahzâb, 33/40) ve bütün insanlığın peygamberi (el-A'râf, 7/158; Sebe', 34/28) olduğuna inanan kimselere müslüman; Hz. Muhammed'in peygamberliğine inanmayan kimselere de gayri- müslim denilir. Bu tanıma göre ehl-i kitap olanlar (yahudiler ve hristiyanlar), mecusiler, dehriler, sâbiîler, mürtedler, müşrikler gayri-i müslim sınıfına girmektedirler.
İslâm ülkesinde bulunan gayr-i müslimlerle müslümanlar arasında birçok münâsebetler vardır. Bunlar iki grupta ele alınabilir: Zımmîler: Zımmî kelimesi, zimmet kökünden türemiştir. Sözleşme, antlaşma anlamlarına gelir. Istılahta ise; antlaşma sonucu sürekli olarak İslâm ülkelerinde ikamet etme hakkına sahip olanlara zımmî; müslümanlarla gayr-i müslimler arasında yapılan bu sözleşmeye de zimmet akdi denilir.
Mekke'nin fethinden önce yapılan akitler sürekli olmamıştır. Yahudilerle ve Mekke müşrikleriyle yapılan sözleşmeleri örnek olarak gösterebiliriz. Bu sözleşmeler belirli bir müddet sonra sona ermiştir. Ancak, Mekke'nin fethinden sonra nâzil olan "Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulumün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini din edinmeyen kimselerle, küçülüp boyun eğerek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın" (et-Tevbe: 9/29) ayetiyle gayr-i müslimlerden cizye alınmasına işaret edilmiştir. Dolayısıyla zimmet akitleri Mekke'nin fethinden sonra yapılmıştır.
Gayr-i 'müslimlerden bazılarıyla zimmet akdi yapılamaz; mürtedlerle bu akdin yapılması mümkün değildir. Hanefi fukahâsı putperest Araplarla bu akdin yapılamayacağı görüşündedir. İmam Şâfiî ve İmam Hanbel'e göre ehl-i kitap ve mecusiler dışındaki gayr-i müslimlerle bu akit yapılamaz. Evzâî ve İmam Mâlik'e göre bütün gayr-i müslimlerle bu akit yapılır.
Gayr-i müslimler şu yollardan biriyle İslâm tebaasına girer ve zımmî olurlar: İzinle İslam ülkesine girdikten sonra bu ülkeden haraç arazisi satın alanlar ve bu araziyi işletenler; ikamet izni bittiği halde ülkeyi terketmeyenler; evlenerek erkeğin tebaasına katılan kadın (Kadın, ikamet vb. konularda kocasına bağlı olur.) Cizye vermeyi kabullenen fethedilen ülke halkı.
İslâm ülkesi tebaasına giren bir zımmînin tebaalığını kaybetmesi için şu suçları işlemesi gerekmektedir: Müslüman bir kadınla zinâ etmek; müslümanlara savaş açmak; müslümanların inançlarını ifsat etmeye kalkışmak; devlet düzenine karşı çıkmak; cizye vermemek.
Zımmîler devlet başkanı, ordu komutanı ve hâkim olamazlar. Çünkü bu görevler doğrudan doğruya müslümanlarla ilgilidir. Dünyevî işlerde zımmîlerden bildikleri konularda yararlanılabilir.
İslâm tebaasına giren Zimmîlere seyahat, ikamet, din ve vicdan hürriyetiyle birlikte eğitim, çalışma, sosyal ve kamu hizmetlerinden yararlanma hakkı da verilmiştir.
Zımmîlerin İslâm devletine karşı bazı yükümlülükleri vardır; bunlar, malî ve diğer yükümlülükler olmak üzere ikiye ayrılır. Malî yükümlülüklerin başında cizye gelmektedir. Cizye almak nassla sabittir (et-Tevbe, 9/29). Peygamberimiz (s.a.s.) düşmanla karşılaşan ordu komutanlarından şu üç emrin yerine getirilmesini ister: İslâm'a davet etmek, cizye istemek, savaşmak (Ebû Dâvûd Cihâd, 83). Her zımmîden cizye alınmaz; bunun belirli şartları vardır: Cizye, ergenlik çağına gelmiş erkeklerden alınır. Kadınlar ve köleler cizye ödemezler. Kör, kötürüm, yoksul ve çalışamayanlardan Şafiîlere göre cizye alınır, diğer mezheplere göre cizye alınmaz. Bazı mezheplere göre, gayr-i müslimlerin din adamlarından, çalışamayacak durumdaki çiftçilerden de cizye alınmaz.
Devletin koruma görevini yerine getirememesi, zımmînin müslümanlarla birlikte ülke savunmasına katılması, cizye ödemeyi engelleyen durumların ortaya çıkması, ölüm hâli ve zımmînin müslüman olması gibi hallerde cizye borcu düşer.
Harac, ictihad yoluyla alınan bir vergidir. Bir tür vergi bazan attırılabilir, bazan da azalır. Devletlerarası ticaretlerden alınan vergiye de "uşûr" adı verilir.
Gayr-i müslimler, müslümanları kendi dinlerine davet edemezler; müslümanları küçük düşürücü davranışlarda bulunamazlar; kılık ve kıyafetleri yönüyle müslümanları taklid edemezler; yasaklanan fiilleri işleyemezler; haram olan şeyleri müslümanlara satamazlar.
Müslümanlarla ilişki içinde bulunan gayr-i müslimlerin diğer bir grubuna da "müste'men" adı verilir; "güven içinde olan, emân verilen, güvenliğe kavuşan" anlamlarını ifade eder. Terim olarak anlamı; belirli bir süre için İslâm ülkesine girmek ve orada emin olarak kalabilmek için kendisine izin verilmiş olan gayr-i müslime bu ad verilir.
Kur'an'da "Eğer müşriklerden biri emân dileyip yanına gelmek isterse, onu yanına al ki, Allah'ın sözünü işitsin; sonra onu güven içinde bulunacağı yere ulaştır" (et-Tevbe, 9/6) ayeti bu konuya delil teşkil etmektedir.
Müste'menler dört sınıfa ayrılmaktadırlar: Elçiler, tüccarlar, ilim tahsilinde bulunanlar, ziyaret ve gezmek amacıyla gelenler.
Emânın nasıl, kimlere ve kimler tarafından verildiğini şöylece özetleriz:
1- Özel emân: Bir kişiye veya küçük bir gruba verilen emândır. Bu emânı, büluğ çağına gelen herkes verebilir: Hanefilere göre bu emânı müslümanlarla aynı safta savaşan zımmîler bile verebilir. .
2- Genel emân: Büyük bir topluluğa, yerleşim bölgesine verilen emândır. Hanefilere ve Şâfiîlere göre bunu ancak devlet başkanları verebilir.
3- Örf ve âdete göre verilen emân: Bunlar,' kendilerine emân verilmediği halde emân verilmiş olanlardır. Yanlarında bulunan mektuplar, ticaret mallan müste'men sayılmasına delâlet eder. Bunlar; elçiler ve tüccarlardır.
4- Antlaşmadan doğan emân: Antlaşma yoluyla elde edilen emândır.
5- Yakınlık yoluyla emân: Bir şahsa verilen emân onun çocuklarını da içine alır.
Emânın sona ermesi müste'menin İslâm ülkesinden çıkıp harp ülkesine girmesiyle başlar. Bunlar İslâm ülkeşinin vatandaşı değildir.
Hanefîlere göre, müste'menlere Allah hakkından ve kamu haklarından dolayı ceza verilmez. Hırsızlık, soygun gibi. İmâm Şâfiî'ye göre ise ceza verilir.
Müslümanların veya gayr-i müslimlerin hayata karşı işledikleri suçlarda suç işleyenin durumu göz önüne alınır. Suçu işleyenin kimliğine göre farklı cezalar uygulanabilir. Bir müslümanla bir gayr-i müslim, veya bir mürted aynı cezaya çarptırılmaz. Bazı hukukî farklılıklar ortaya çıkar; ama hiçbir zaman gayr-i müslime haksızlık yapılmaz.
Evliliklerde din olgusu önemli bir meseledir. Müslüman bir erkeğin ehl-i kitap bir kadınla evlenmesinde sakınca yoktur (el-Mâide, 5/5). Müslüman bir erkek müşrik kadınla evlenemez. İmanlı bir cariye müşrik kadına tercih edilmektedir (el-Bakara, 2/221). Müslüman kadın müşrikle evlenemez (el-Bakara, 2/221). Ailede etkin kişinin erkek olduğu düşünüldüğünde müslüman bir kadının ehl-i kitaptan bir erkekle evlenmesine izin verilmemiştir. Gayr-i müslimlerin kendi aralarındaki evlilikleri mûteber kabul edilmiştir. Bunların kendi aralarında belirlemiş oldukları mehirler mûteberdir, geçerlidir. Müslüman erkekle evlenmiş olan gayr-i müslim kadın, kocasından boşandığı zaman müslüman kadının iddetine tabidir. Müslüman bir erkekten boşanan müslüman bir kadın kocasından nasıl nafaka alıyorsa, gayr-i müslim bir kadın da müslüman bir erkekten ayrıldığı zaman müslüman kadın gibi, nafaka alır.
Ehl-i kitabın yiyecekleri müslümanlar için helâldir. Kur'an'da, "Kendilerine kitap verilenlerin yemeği, size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâldir" (el-Mâide, 5/5) buyurulmaktadır. Gayr-i müslimlerle insanî ilişkiler sürdürülür; hastaları ziyaret edilir, hediyeleşilir, selamlaşılır; dünyevî konulardaki bilgi ve becerilerinden yararlanılır komşuluk münasebetleri sürdürülür.