HAREMLIK VE SELAMLIKIN MENSEI
HAREMLİK VE SELÂMLIK'IN MENŞEİÖnce konumuzla çok yakından ilgili bir âyet-i kerime ve bazı hadisleri ele alacak, sonra da "Haremlik-Selâmlık" ın tarihi seyrine kısaca temas etmeye çalışacağız.
Söz konusu âyet-i kerîme Rasûlüllah'ın Zeynep'le evlendiklerinde verdikleri ziyafet sırasında bazı sahâbîlerin oturma ve sohbeti sıkıntı verecek biçimde uzatmaları üzerine; onları ikaz için gelmiş bir âyet-i Kerimedir: "Ey mü'minler, size yemek için izin verilmeden ve vaktine de bakmaksızın Peygamberin hücrelerine girmeyin, ancak çağırılırsanız girin, yemeği yiyince de dağılıverin. Söz ve sohbet için de girmeyin. Gerçekte bu, peygambere eziyet vermekte ve o da sizden sıkılmaktadır; oysa Allah hak'tan sıkılmaz. Onlardan (peygamberin eşlerinden) bir şey isteyeceğiniz zaman, perde (hicap) arkasından isteyin. Bu sizin kalpleriniz için de, onların kalpleri için de dâha temizdir..."(K. Ahzab (33) 53)
Buhâri'nin naklettiği habere göre, Ömer b. Hattâb'in : "Ey Allah'ın Rasulü, senin yanına iyiler de giriyor kötüler de Mü'minlerin annelerine "hicâb" emretseniz nasıl olur?" demesi üzerine bu âyet-i kerime indirildi.(Buhari, tefsir (Ahzâb) Enes b. Mâlik'in anlattığına göre: "Düğün yemeğine gelenler dağıldıktan sonra geldim ve "Ey Allah'ın Rasulü, gittiler." dedim. Hemen kalkıp odasına girdi. Ben de girmek üzere kalktım ama, önüme perde (hicap) çekiverdi de bu âyet indirildi."(Buhari, agy; Ibn Kesir VI/441) Kurtubi'nin ifadesine göre, söz konusu âyetin "nüzul sebebi" ile ilgili en sağlam rivâyetler bu ikisidir.(bk, Kurtubi, XIV/224) Âyette geçen "hicâb" kelimesi konumuz açısından anahtar kelimedir ve "Haremlik ve Selâmlık"ın anlaşılabilmesi için se mantık yönünden bu kavram üzerinde durmak gerekir:
"Hicâb": Örtü, perde. "Hicablanmış kadın": Bir örtü ile perdelenen kadın. "Hicâbul-cevf': Göğsü karından ayıran zar, diyafram. "Hicâb" : Kendisi ile gizlenilen her şey. Buna göre iki şeyi birbirinden ayıran her engel "hicâb" dır. Bir şeye mâni olan her şey onu "hicâblamış" demektir. Erkek kardeşlerin anneyi mirastan "hacb" etmesi de buradandır.(Ibn Manzûr, Lisânii'1-Arab (Hacb) md.) "Hacb" ve "Hicâb", ulaşmayı, kavuşmayı engellemektir. Vahyin geliş biçimlerini anlatan âyette "ya da hicâb arkasından (getir)"(K. Sura (42) 51) denir ki, konuşuların görülmeyeceği bir yerden demektir.( Ragib el-Isfehânî, el-Müfredât 108.) "Hacb" setr ve nihân eylemek, "Hicâb" isim olur, kendisiyle setr olacak perdeye denir."(Asim Efendi, Kâmûs, (hacb) md.) Ayrıca hadîslerde Güneşi perdeleyen ufuk, müşrik olarak çıktığı için mağfirete engel olan can, öbür âleme muttalî olmayı önleyen ölüm... gibi manalarda kullanıldığına bakılırsa(Ibnül-Esîr, en-Nihâye, I/340)"Hicâb" ın elbise gibi insana bitişik birşey olmadığı, insandan ayrı ve onun görülmesine tamamen engel olan bir hâil olduğu anlaşılır."Hicâb" a gerçi bazı müfessirler "setr", "tesettür" anlamı vermiş ve onu kadının örtünmesi karşılığında kullanmışlardır, ancak bu, kavramın ilk dönemlerdeki manası değildir.(krs. M. Mutahhari, Islâmda Tesettür 68-69) Sanıyorum buna gerek de yoktur. Çünkü kadının her yönüyle tesettürünü anlatan başka âyet-i kerimeler vardır (bk. K. Nûr (24) 31, 60; Ahzâb (33) 59) ve bunun da aynı anlamda algılanması tekrar demek olur. Zaten "setr" ve "tesettür" manasına gelmiş olsaydı, o takdirde kök anlamı (etimolojisi) gereği kadının tamamen örtünmesini, yani yüzüne de peçe kullanmasını farz kılmış olurdu. Gerçi kadının baştan ayağa avret olduğunu, yüzünü dahî kapatması, yani peçe kullanması gerektiğini söyleyen pek çok tefsirci ve fıkıhçı vardır ve bu konudaki delilleri de aksini söyleyenlere göre oldukça güçlüdür; ancak onlâr bu görüşe bu âyetle varmış değil, sadece bu âyeti de o görüşlerine destek olarak kullanmışlardır. Imdi, kadının yüzünün ve ellerinin, hattâ bazılanna göre ayaklarının avret olmadığını söyleyen hatırı sayılır sayıda fıkıhçı bulunduğuna göre, onlar bu âyeti "tesettür" ve "peçe" anlamında görmemişler demektir. Yani "hicâb" kadının bizzat üzerinde olup görülmesine mâni bir perde değil demektir.
Sözkonusu âyeti ve nüzul sebebini anlatan hadîsleri tekrar gözden geçirirsek, konumuzla ilgili olarak su noktalar dikkatimizi çeker: Hz. Peygamberin "beytlerine", yani geceleme yerleri olan odalarına çagrılmadan girmemelidirler. Onun zevcelerinden bir şey isterlerse "hicâb" (perde) arkasından istemelidirler(Hz. Peygamberin zevcelerinden istenecek "metâ" dört şeyle izah edilmiştir: Âriyet (yani ödünç gereçler), herhangi bir hâcet, fetvâ ve Kur'an sahifeleri, (Ibnü'1-Arabî, Ahkâmü'1-Kur'an NI/158) Rasulüllah'ın yanına iyi-kötü, herkes girip çıkmaktadır. Enes b. Mâlik içeri girmek isteyince önüne perde çekılmıştir... Dikkat edilirse bütün bunlar, ev içi düzeniyle ilgili hususlardır. Yani: Kadının evdeki kiyafeti elbette dışardaki gibi değildir. Genellikle yabancı erkeklere görünemeyecek üst-başla dolasir. O halde eve gelen yabancı erkeklerle evin kadın arasında bir engel (hicab, perde vb.) bulunmalı ve erkekler kadınlardan bir hacet isteyeceklerse bu engelin arkasından istemelidirler. Tabiatiyla bu tür bir hâcet perde arkasından isteniyor ve ihtiyaç halinde dahî bir araya gelinemiyorsa, ihtiyacın olmadığı zamanlarda kadınların yabancı erkeklerle, ev içi oturmaları tarzında bir arada olmaları bu âyetin isteğine aykırı olmuş olur. "Cilbâb", yani dış tesettürüne riâyet eden bir kadının, "halvet" olmamak kaydıyla, yabancı erkeklerin de bulunduğu mekânlara girmesinin câiz olmasıyla bu, farklı farklı şeyler olmalıdır. Tamamen yabancı bir edâ ile, geçici olarak bir arada bulunmakla, ev içi sohbetleri ve beraber oturmalar arasında elbette farklar bulunmalıdır. Çünkü sohbet ülfeti, ülfet de ilgiyi kolaylaştırır. Bu yüzden olmalıdır ki, Islâm'da komşunun hanımı ile zinâ, diğerlerinden çok daha büyük görülmüş, kayınlar gibi yakın-yabancıyla halvet "ölüm" sayılmıştır.Elmalılı, âyetin tefsirine çok kısa değinmiş olmakla beraber meseleyi bizim vaz'ettiğimiz biçimde açıklamıştır: "Artık onlara bir hicab: yani görülmelerine mani bir perde, bir siper arkasından sorun. Bundan böyle Harem farz kılınmıştır ki, o zamana kadar Arapta âdet değil idi".( Elmalıli Hamdi Yazır, VI/3921) Bedîüzzaman da aynı görüştedir Ayet-i kerime muktezâsınca irhâ-yı hicâb ile emrolundu ki , harem ile selâmlığı ayırmak demektir. ( bk. Yeni Ansiklopedi "Tesettür" md.)Peki bu hüküm ya da uygulama sadece Rasulüllah'ın (s.a.s.) zevcelerine mi hastır yoksa bütün mü'min kadınlar için de istenmiş midir? Bu hükmün sadece Rasulüllah'ın (s.a.s.) zevcelerine has olduğunu söyleyenler yok değildir. Ancak adı geçen âyette böyle bir tahsîs, işaretle dahî olsa, yoktur. Hattâ hangi Ayette Rasulüllah'ın zevceleri zikredilerek bir hüküm bildirilmişse, o hüküm diğer bütün mü'min kadınlar için de geçerlidir. Bundan sadece onun zevcelerinin kendisinden sonra hiç kimse tarafından nikâhlanamayacağı hükmünü istisna edebiliriz ki, bunun da sebebi açıklanmıştır "Onun zevceleri mü'minlerin anneleridirler." (K. Ahzâb (33) Nitekim Kurtubî: "Bu hükme bütün kadınlar dahildirler.( Kurtubî, XIV/27) derken Cessâs da : "Bu hüküm her ne kadar özellikle Rasulüllah ve onun zevceleri hakkında inmişse de, manası onlara da başkalarına da şâmildir. Çünkü biz Allah'ın (c.c.) sadece ona has kıldıkları dışında Rasulüllah'a uymak ve onu örnek edinmekle memuruz". demiştir.(Cessâs, V/249)